25 Mayıs 2016 Çarşamba

Kadirlili Edebiyatçı İrfan CAN'dan Yaşar Kemal'e "Doğum Tarihi" Eleştirisi

Annesi Yaşar Kemal’i dünyaya getirdiğinde kaç yaşındaydı?

Edebiyatçı-Yazar İrfan Can, Yaşar Kemal’in "Doğduğumda annem 17 yaşındaydı” dediği bilginin hatalı olduğunu, annesi Nigar Hanımın Yaşar Kemal’i dünyaya getirdiğinde 33 yaşında olduğunu söyledi. İddiayı yaşar Kemal’in akrabaları da doğruladı.



Yazar Yaşar Kemal’in annesi Nigar Hanımın mezarının bulunduğu Osmaniye’nin Kadirli ilçesinde Edebiyatçı Yazar İrfan Can, aile ile ilgili bazı bilgilerin hatalı olduğunu savundu. Nigar Hanımın mezar kitabesinde doğum tarihinin 1890, ölüm tarihinin 1966 olarak yazıldığını ifade eden İrfan Can, “Yaşar Kemal kitabında, dünyaya geldiğinde annesinin 17 babasının 50’li yaşlarda olduğunu belirtir. Fakat annesi Nigar Hanımın mezar kitabesinde doğum tarihi olarak 1890 yazıyor. Yaşar Kemal 1923 doğumlu olduğuna göre o tarihlerde rahmetli Nigar Hanım 33 yaşındadır. Ayrıca Yaşar Kemal’in ölümünün ardından bazı basın yayın organların da Sadık Bey ile Nigar Hanımın Hemite de tanışıp evlendikleri ve Nigar Hanımın Hemiteli olduğu bilgisi yer almış olsa da bu bilgi yanlıştır.
......................................
                          Sayın İrfan CAN konuşuyor. 

........................................
Nigar Hanım ile Sadık Bey Van’ın Muradiye ilçesine bağlı Günseli kasabasından Osmaniye’nin Hemite köyüne beraber gelmişlerdir. Geldiklerinde evlidir. Yaşar Kemal’in ben doğduğumda annem 17 yaşındaki sözü yanlıştır veya hatalı kitaba alınmıştır. Belki de Yaşar Kemal ölümüne kadar bu gerçeği bilmiyordu. Yaşar Kemal doğduğunda babası Sadık Bey 7 kurban kestiriyor. Bunun sebebi Nigar Hanımın evlendikten sonra 7 yıl çocuğu olmamıştır. Yaşar Kemal’in “Doğduğumda annem 17 yaşındaydı” bilgisini doğru kabul edecek olursak Nigar Hanımın evlendiğinde 10 yaşında olması lazım gelir ki bu da imkansızdır” diye konuştu.
AKRABASI DA DOĞRULADI
Yaşar Kemal doğduğunda annesi Nigar Hanım’ın 30’lu yaşlarda olduğunu doğrulayan ünlü yazarın kardeşi Recep Songül’ün eşi Fatma Songül, Nigar Hanıma vefatına kadar Kadirli ilçesinde kendisinin baktığını belirterek, “Sadık Bey Yaşar Kemal doğduğunda 7 tane kurban kesmiş. Abim Yaşar Kemal’in gözüne bu kurban kesilirken bıçak deymiş. Gözünün biri ondan dolayı biraz aksaktı. Nigar Hanım vefatına kadar bizim evde kaldı. Kendisine biz baktık. Zaman zaman da İstanbul’a giderdik. Yaşar Kemal doğduğunda benim duyduğuma göre Nigar Hanım 30’lu yaşlarındaymış. Zaten 7 sene de çocuğu olmamış. 7 senin sonunda Yaşar Kemal doğmuş” dedi.
Not. İşbu haberi Kadirlili Gazeteci sayın Selçuk SAVRAN yapmıştır. 

23 Mayıs 2016 Pazartesi

ATATÜRK’ÜN ÖLÜM ANINI GÖSTEREN SECCADENİN SIRRI!

-Atatürk hayatta iken 1936 yılında Hindistanlı zengin bir kişi kendisini ziyarete geldi. Ve üzerinde saat simgesi bulunan bir halı hediye etti. 
  -Halının üzerindeki simgelere dikkatle bakıldığında saat 9.u 5 geçeyi gösteriyordu. Ve bu durum Atatürk’ün ölüm anı idi.
   -Şimdi Perapaas Oteli’nin  Atatürk’ün kaldığı 105 no’lu odası müze olarak kullanılıyor ve ve saat simgeli halı da orada bulunuyor.
                                         Atatürk'ün Pere palas'taki odası 
                                        Atatürk'ün odasında bulunan saat görüntülü seccaode 



     Tarih sahnesinde yaşananlar görüntüye böyle yansımış olsa da farklı olaylar da  sürüklüyordu insanları…

20 Şubat 1936 günü… Bugün Atatürk İstanbul’da Hükümet üyeleri ile birlikte çok önemli bir konuyu kendi şahsına yöneltilen suikast girişimini görüşecek tartışacak… Önceden geldiği Dolmabahçe Sarayında dinleniyor ve toplantı için hazırlıklarını sürdürüyor. Ankara’dan gelen tren ile Başbakan İsmet İnönü  Haydarpaşa istasyonunda karşılanıyor. O’nun için Pera Palas’ta yer bile ayrılmış.

    20 Şubat 1920 günü gecesi Atatürk’ün huzurunda başlayan toplantı, tartışmalar,ileri sürülen görüşler, gösterilen belgeler ortaya çıkması muhtemel gelişmelerin öğrenilmesi merakı ile sabaha kadar sürdü.  Emniyet Müdürü Şükrü Sökmensüer, Savcı Baha Arıkan, İktisat Bakanı Celal Bayar, Adalet Bakanı Şükrü Saraçoğlu, Dışişleri Bakanı Dr. Şükrü Saraçoğlu’da toplantıda hazır bulunmuştu.  Atatürk, kendisini öldürmeye yönelik olduğu ileri sürülen suikast olayı ile bütün kuşkularının giderilmesi için çalışıyordu. Ali Saip’in İstanbul’daki yakınlarına gönderdiği telgraflar bulundu. Kişilerle bütün bağlantıları araştırıldı.  Toplantıda dikkat çeken önemli bir husus vardı: İçişleri Bakanı Şükrü KAYA yoktu. İngiltere Elçisinin olayla ilgili bilgiler vermesinden sonra soruşturmanın bütün aşamalarını bizzat yürüten Şükrü Kaya toplantıya katılmamıştı.  O günlerde kulaklara fısıldanan bir görüşe göre: Bir zamanlar Kozan miletvekili olan Ali Saip’in İnönü ile olan yakın arkadaşlığı sonucu yeni kurulacak hükümette İçişleri Bakanı olma ihtimali vardı. Şükrü KAYA’da böylesi bir gelişmeden rahatsızdı. Ali Saip’in harcanması için bir tertip düzenlenmişti!. Bütün bu farklı görüşlerin içinde önemli bir husus daha vardı: 1909 yılında kurulan Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar derneği, Şükrü KAYA’nın  ismini “masonlar listesi” içinde gösterdi.







     

      Bay X,dikkatlice baktı seccadeye…… İlgili görevlinin verdiği bilgiler kulaklarını çınlattı: “1935 yılının içinde Atatürk’ün İstanbul’a geldiği sırada Hindistan’dan gelen bir şahıs Atatürk’e bu seccadeyi vermiş. Atatürk’de kendisine verilen bu hediyeyi yakınında bulunan korumasına vermiş. Bu eser bize adı geçen korumasının yakınlarından geldi”.Halı büyüklüğündeki seccadenin kenarında fil şekilleri vardı. Ama orta yerde gül yaprağının dalları uzanıyor tam namaz kılarken alnın secdeye uzandığı yerde yuvarlak bir daire ve içinde bir saat şekli olduğu belli olan akrep ve yelkovan görüntüsü yer alıyordu. Latin rakamları ile yapılan saat 9.07’yi gösteriyordu. Üstelik de akrep ve yelkovanın bağlantı göbeğinden de on bir adet çubuk çıkıyordu.  Bahsi geçen on bir çubuk “kasım ayını” göstermiş olsa… Çünkü kasım ayı on birinci aydır.  Saatın da 9.07’yi göstermesi  Atatürk’ün gerçek ölüm anını gösterdiği konuyu araştıran kişilerce ileri sürülüyor. Her ne kadar Atatürk 10 kasım 1938 tarihinde 9’u 5 geçe ölmüş ise de bu onun kalbinin ve nabzının durmasıdır. Gerçekte bir veya iki saniye sonra beyin ölümü gerçekleşir.Pera Palas oteli 101 no’lu odadaki  halı büyüklüğünde ama namaz kılmak için seccade özelliği taşıyan eşya “Atatürk’ün ölüm anını” gösteriyordu. Hiçbir kimse bahsi geçen seccadenin sırrına vakıf olamadı hediye edildiği sırada. Kendisini öldürme teşebbüsünü araştıran Atatürk’e aynı günlerde verilen bu “ölüm anını gösteren seccade” bir insan   kaderinin nasıl sonuçlanacağı hakkında ibret dolu bilgiler sunuyordu. Bütün bu olanları öğrendikten sonra  X “Gerçekler ve sırlar ayrıntılarda gizlidir” yazdı not defterine


21 Mayıs 2016 Cumartesi

İSTANBUL’DA MERZİFONLU CAMİNİN SATILARAK “SAZEVİ/PAVYON YAPILMASI”OLAYI!

-Sirkeci tren istasyonu giriş kapısındaki Merzifonlu Camisi 1927 yılında satılarak cami olma özelliği ortadan kalktı.
-Sirkeci camisinde mimari değişiklik yapanlar önce minareyi yıktılar sonra da kubbeyi
-Sirkeci sazevi adıyla içkili, dansöz gösterileri yapılan bir fuhuş ve eğlence merkezine dönüştürüldü.
-1980’li yıllarda çevre esnafının Turgut Özal’dan “yeniden cami olarak yapılması” istekleri olumlu karşılandı ve Merzifonlu camisi yeni  baştan yapıldı.
                                   Sirkeci'de tarihi caminin yıkılması
                                          Yeniden yapılan caminin görünüşü
                                         Caminin giriş kapısı ve kitabesi 

Adana’dan Haziran 2010’un son günlerinde tatilimi geçirmek üzere gerçekleştirdiğim gezinin belki de belleğimde unutulmayan en önemli olayı İstanbul sirkeci tren istasyonu girişinde bulunan Vezir Merzifonlu Kara Mustafa Paşa camisinde gördüğüm çelişkilerin fotoğraflarını çekmem ve çarpıcı bilgilere ulaşmam idi.
    Sıcak bir yaz gününde Zeytinburnu istasyonunda banliyö treni ile başlayan yolculuğumun son durağı Sirkeci istasyonunu oldu.  Vakit öğle üzeri idi. Caminin yepyeni hali  ilk dikkatimi çeken husus idi.  Cami içinde Semerkant TV’nin elemanları kamera ve diğer çekim cihazlarını hazırlamışlar, karşılarında bulunan yetkili kişiyi konuşturuyorlardı.  Adı geçen kişi ise Büyükşehir belediyesinden Koç Kütüphanesi Müdürü idi. Ve onun ağzından çıkan şu sözler çok ilginç idi.
     “1927 yılında kiraya verilen tarihi Merzifonlu camisi, sonraki yıllarda ibadet etme özelliğini kaybetmiş. Ve camiyi elinde tutan şahıslar önce minaresini yıkmışlar ve daha sonra da sazevi-pavyon olarak kullanılmış. 1980’li yıllarda zamanın Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ı ziyaret eden çevre esnafları tarihi caminin yeniden yaptırılması ricasında bulunmuşlar. Turgut Özel, Belediye Başkanı Bedrettin Dalan’a cami arsasının temizlenerek yeniden aslına uygun olarak yapılması görevini verdi. Ve Merzifonlu camisi Osmanlı mimari tarzında yenilenmiş hali ile yapıldı”.
    Caminin en son hali ile fotoğraflarını çektim. En son yapımı esnasında giriş kapısı üzerine yerleştirilen Osmanlıca kitabesini de çözümledim. Bakınız neler yazıyordu :

“-Oldukta Merzifonlu vezir cami-i küşad
  Şad oldu ehli belde-i ve ervahı müslimin
  İhya edildi tarzı kadim üzere bittamam
  Tarihi geldi:böylece hayratı mü’minin, sene-1408”…

   Bu sözlerin sade türkçe ile anlamı ise şöyle idi:  Vezir Merzifonlu’nun camisi yeniden yapıldı. Belde müslümanlarının ruhu şad oldu.  Yeni tarz ile tamamen yenilendi. Tarihi geldi:müminlerin hayır eserinin, sene hicri-1408”.  Öncelikle hicri 1408 yılının karşılığını buldum: 1997 yılına karşılık geliyordu.  Kitabenin hicri tarih şifresinin çözülmesi bilgileri, gerçekten de aynı caminin 1980’li yıllarda dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın yakın desteği ile yeniden cami haline getirilmesi görüşlerini doğruluyordu.

    SİRKECİ SAZEVİNDEKİ NAĞMELERİ HATIRLADIM

    1972 yılında gitmiştim İstanbul’a, Üniversite eğitimi için. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünde öğrenci olduğum o yıllarda yolum sık sık Sirkeci’ye de uğrardı. Tren istasyonunun köşesindeki Sirkeci Sazevi vardı. Anadolu’dan İstanbul’a ilk kez gelen veya içki içerek dansöz seyretmek isteyenlerin buluşma yeri idi.  Çıplak bedenleri ile klarnet ve saz eşliğinde çıplak vaziyette gerdan kırarak oynamaya başlayan dansözlere karşı nara atan, elindeki içki kadehi ile kendinden geçen insanların gürültülerini hatırladım. “Burada sazevi vardır, kadınlar da keyfimize göredir” görüşünde olan insanların uğrak yeri idi, Sirkeci Sazevi. O yıllarda hiç düşünmemiştim adı geçen saz evi’nin bir zamanlar cami olduğunu.

    MERZİFONLU CAMİSİNİ SATANLAR ,  YIKANLAR  VE SAZEVİ YAPANLAR

    İstanbul’un kültür tarihi ile ilgili yaptığım araştırmalar sonucu adı geçen Cami’yi 1683 yılında II. Viyana kuşatmasını gerçekleştiren ve Osmanlı ordusunun ağır bir yenilgi alması üzerine askeri başarısızlığının bedeli olara idam edilen Başvezir Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın kendi servetini ortaya koyarak yaptırdığı bir cami idi.  Osmanlı başkentine adım atanların buluşma yeri olduğu Eminönü ve Sirkeci yöresine gelenler adı geçen camide ibadetlerini yapmışlar, Merzifonlu Vezir’e de hayır duasında bulunmuşlardı.
    Ancak her ne hikmetse 1927 yılında çıkarılan camilere düzen verme kanunu çerçevesinde “lüzumsuz” olarak görülen cami dönemin yöneticileri tarafından satılmıştı. Saktın alanlar da daha sonra 1940’lı yıllardan itibaren bir zamanlar cami olan binanın mimari görünümünü değiştirmişler, önce minaresini yıkmışlar ve iç salon kısmında da değişiklik yapmışlardı. Cami’de bu değişikliklerin olduğu yılarda İstanbul Müftülüğü, Valilik veya Hükümetten bu olmaya en ufak bir müdahale olmamıştı.  Biraz da İstanbul’un tarihi kartpostallarına baktığımda Sirkeci istasyonunun yanı başında birkaç cami birden görünüyordu. Diğer camilerde yıkılmıştı. Sirkeci tren istasyonunu gereksiz pisliklerden temizlediklerini düşünen “durumdan vazife çıkarınlar” elleri titremeden camileri ve bu arada vezir Merzifonlu camisini de yıkmışlardı.  Allahın evi olan bir camiyi  yıkan veya satan kişi Allahın nezdinde kıyamete kadar rahat yüzü göremeyecek olan din düşmanı idi.  Merzifonlu Vezir camisinin son yüzyılda yaşadıklarını öğrendikten sonra: “-Sadece  bu cami mi bu olayı yaşadı, yoksa İstanbul ve Anadolu’nun her yerinde de benzer olaylar oldu mu? Sorularının cevaplarını aramaya başladım.


    Bu satırları yazarken şu sözler kulaklarımı çınlattı: “Zulüm ile abad olanın akibeti berbad olur”…
………………

1.Sirkeci camisi ve çevresi
2.Tarihi caminin yeniden yapılan giriş kapısı
3.Caminin yıkılması ile ilgili gazete haberi


TÜRKİYE'DE CAMİLERİ SATMA KANUNU NE ZAMAN VE NİÇİN ÇIKARILMIŞTI?


    -Osmanlı’nın dünya devleti olmak için fethettiği İstanbul’daki yönetim merkezinin  de bulunduğu Eminönünde Osmanlı’dan Cumhuriyete geçiş döneminde 1928 yılında çıkarılan kararname kapsamında 211 camiden 113’ünün satıldığı ve yıkıldığı bilgileri veren “EMİNÖNÜ CAMİLERİ” kitabını Süleymaniye Kütüphanesinde buldum.
    -Osmanlı’dan malyan camileri  ihtiyaç fazlası göstererek “gelir kaydetmek için” satmışlar.
         -Şehir merkezlerinde bir caminin 500 metre kadar yakınında ikinci bir caminin olmaması kararı alınmış.
    -Sanat Tarihi uzmanı Prof. Semavi Eyice, Camilerin satılması olayını açıklayan Eminönü Camileri kitabının önsözünde yaşanan kültür katliamını isyan eder gibi sözlerle yazmış.
                                         CAMİLERİNİ SATILMASI İLE İLGİLİ YAYINLANAN KİTAP
                                      İstansbul'da satılan camileri gösterir harita
                                    İstanbul'da bir caminin harap ve perişan durumu 
     
     Bu satırları yazarken ellerim titriyordu. Ve gözlerim daldı gitti, geçmişin yaşanmış ve karanlıkta kalan olayları arası: Çoğu kez duyduğum ve de kısa kısa olsa da bilgi sahibi olduğum bir konuda “Camilerin satılması” konusunda ayrıntılı bilgilere ulaşmanın buruk acılarını yaşıyorum.
    Temmuz 2010 başlarında sıcak bir yaz gününde araştırmalar yapmak üzere İstanbsul'daki Süleymaniye Kütüphanesine geldim. Araştırmacılara ayrılan odanın içinde bulunan raflarda “Eminönü camileri” adını taşıyan İstanbul Müftülüğünün desteği ile yayınlanan kitabı gördüm.  Kitap içinde Osmanlı’dan Cumhuriyete yaşanan tarihi süreç içinde Eminönü ilçesinde 1928 yılında çıkarılan kanun kapsamında satılan ve yıkılarak yok edilen camiler hakkında ayrıntılı bilgiler vardı.  Prof. Semavi Eyice’de kitaba önsöz yazarak katkıda bulunmuştu.
Kitabın ilk sayfasında  Kuranı Kerim’e göre cami ve mescitleri yıkanlar hakkında Allahın bedduasını açıklayan ayetlere yer verilmişti. Ki burada aynı ayet metinlerinin Türkçe karşılığını aynen veriyorum:

   Bismillahirrahmanirrahim.
    “Allahın  mescitlerine, onun adının anılmasına engel olan ve oraların harap olmasına çalışandan kim zalim kim vardır? Bunların oralara korka korka girmeleri gerekir. Onlar için dünyada rezillik,ahirette de büyük azap vardır”…Bukara suresi-114

….

“Allahın mescitlerine ancak, Allaha ve ahiret gününe inanan , namazı kılan, zekatı veren Allah’tan başka kimseden korkmayanlar onarır. İşte onlar doğru yolu bulanlardan olabilir”.
Tevbe suresi-18.

    Eminönü Camileri adını taşıyan kitabın önsözünü yazan sayın Prof. Dr. Semavi Eyice, isyanlarını şu sözlerle satırlara dökmüştü:
     “İstanbul cami ve mescitlerine en büyük darbeyi vuran 1928 tarihinde yayınlanan 6061 sayılı kararname olmuştur. Buna göre yapıların tarihi mimari ve estetik  değerleri bir hesaba katılmaksızın birçoğunun kadro dışı bırakılmalarına yol açmış, böylece boş kalan ve mescit harap olmuş, satılmış, kiraya verilmiş veya yıkılarak arsaları özel mülkiyete geçmiştir. Kararnamede, sanat değeri olan yapıların ayrı tutulmaları yolunda maddeler olmasına rağmen bu kadar ince düşünülmemiştir”.

    CAMİLERİN SATILMALARI İLE İLGİLİ KARARNAME

    Türkiye’de camilerin satılmaları ile ilgili 1928 tarihli ve 6061 tarihli kararnamenin de tam metni verilmiş, kitabın son sayfalarında.
    Bahsi geçen kararname, dönemin hükümetinin ve yönetiminin iradesini yansıtan bir karardır.  “ihtiyaç dışı olarak görülen cami ve mescitlerin kadro dışı görülerek elden çıkarılmasını amaçlayan düşünceleri yansıtmaktadır.  Camilerin beş vakit namaz kılınmasına elverişli cemaatinın olması, şehir merkezinde ise bir caminin 500 metre kadar yakınında olmaması” gibi şartlar ileri sürülüyor. Hatta maddeleri arasında ihtiyaç fazlası olan camilerin elden çıkarılarak satışının yapılması  gelir olarak kaydedilmesi gibi görüşlere yer veriliyor.
    Kararnamenin çıkmasından sonra illerde valinin denetiminde müftünün de içinde yer aldığı komisyonlar tarafından ihtiyaç fazlası camilerin tespit ve gereğinin yapılması (yıkılması veya satılması) işlemleri gerçekleştiriliyor.
…………………

1.İstanbul camileri ile ilgili kitap
2.Satılan veya yok olan camiler haritası
3.İstanbul’da ortadan kalkan bir cami 

OSMANLI ÜLKESİNDE KADINLARIN SATILMASI VE FUHUŞU ÖZENDİRİLMESİ

-Osmanlı’nın zayıflaması ve çöküş döneminde kadınlar Köle pazarında satılmaya başlandı. Fuhuşa özendirildi.
-Köle Pazarı Osmanlı'nın ekonomik çöküşü beraberinde fakirlik, cahillik ve sosyal sarsıntıları getirdi.Türk kadınlarının çalıştırıldığı ilk Genelev 1915 yılında açıldı.Fosforlu Cevriye sözleri fahişe Türk Kadınları için kullanıldı.

-İstanbul düşman işgaline uğradığında  yabancı askerlere bedenlerini teslim eden çok sayıda Türk/Müslüman kadın vardı.
                                     İstanbul'da Nuruosmaniye Camisi önünde köle kadın pazarı 


     TÜRK KADINLARINI "FAHİŞELİĞE" ÖZENDİRDİLER! Polis karakollarında, mahallelerde, çarşıda pazarda... hele hele lüküs otellerde onları tanımayan olmazdı!... Adet olmuştu: "Fosforlu Cevriye" olarak şöhret bulmuşlardı..."Ateşim var külüm yok.Dumanım var gülüm yok" diye başlayan türküler onlar için söylenmişti...Kısacası, mahalleden mahalleye kovulan... Mazallah köy yerinde "icrayı faaliyet'te bulunurlarsa "şer-i şerife" göre halkın huzurunda taşlanarak öldürülen... kendilerine türlü türlü isimler verilen... Bir kısmının "sürtük"... genelde "orospu" olarak görüldüğü erbabına malum olanlarca "fosforlu cevriye" idiler...Fosforlu'lara 1915 yılında serbest çalışma izni verildi. İsteyenlere "vesikası verilerek" umumhanelere gönderildi... "Ahlak zabıtlarının kurulması, Şişli, Haseki ve Beyoğlu'nda "Zührevi hastalıklar hastahanelerinin açılması da aynı yıla rastlar...Hele hele Osmanlı Devletinin tamamen parçalanma içine girdiği, 1919- 1922 mütareke ve işgal yıllarında  İstanbul'da fuhuş olayları tarihte görülmemiş seviyeye ulaştı. İstanbul Polis mektebi müdürü Mustafa Galip Beyin verdiği resmi bilgilere göre (1) mütareke yılarında "Fahişe" veya fosforlu cevriye sanatını icra eden ve resmi kayıtlara geçenlerin sayıları 2125'dir. Vesikalık çalışanlar ise 979'u  bulmaktadır.Aynı mesleği zaman zaman icra edenlerin sayıları 1000'in üzerindedir. Toparlarsak "Mütareke  yılları İstanbul’unda" 4500- 5000 civarında" geçimini “fahuşla kazanan" kadın vardır...     "Ne acıdır ki, Paris Müdürünü  kayıtlarında resmen fuhuş yapanların 774'e Müslüman 691'i Rum... 194'ü Ermeni... 124'ü.. Yahudi... ve 171'i Rus asıllı kadınlardır... Bunları sayıları fazla olmasa da Yunan, Avusturyalı, Roman ve İtalyanlar izler... Filozofca bir düşünceye göre "Bir toplumda namusuz kadınların sayıları dağ gibi kabarmışsa orada onları o yola sevk eden namussuz erkeklerin çoğaldığını kabul etmek gerekir."(2)...Müterake yılları İstanbul'unda "kadınlara fuhuş yaptırılan" Genelev sayısı 175'i bulmaktadır.  Çoğunluğu, Galata, Beyoğlu gibi Levantenlerin, Frenklerin bulunduğu  mahalledir. Türk ve Müslüman fahişeler, Üsküdar, Kadıköy tarafındaki "genel ev, perişan ve otellerde "icrayı faaliyet içindedirler....Genelev sahibi olanların 79'u Rum, 45'i Yahudi, 35'i Ermeni, 12'si Türk, 2 zenci, 1’i Mısır'ı, 1'ide Macardır..Aynı genelevlerde vesikalı olarak çalışan kadınların milliyeti ise 386'sı Rum, 125'i Musevi, 91'e Ermeni, 64'ü Türk, 64'ü Ruslar ondan Alman, İtalyan, Roman, Bulgar, Fransız, Leh Asıllılar izler (3)...Fahişelerin ücretleri de bellidir. "vizitesi 15 kuruştan 5 liraya kadar...15 kuruşluklar Beyoğlu, Yüksek kaldırımda bulunanlardır... Lüks tarife vizite yapıp 5lira ve daha fazla alırlar ise Şişli'de özel evlerde çalışır...İşgal yılları İstanbul'u... Bir yanda 331, 332, 333 yılları  vurguları ile super zengin olanlar... diğer yandan açlık, kıtlık sefalet içinde yaşayanlar... Fahişeliğin alemi bir sanat haline gelmesini hepsinden de acısı Türk ve Müslüman kadınların "fosforlu cevriye" adı altında bu yola özendirilmesi olmuş olsa gerek!...Kaynaklar:1- Mufstafa Galip, "Fahişeler  Hayatı ve Reddiatı Ahlakiye, "1338, 2- Felsefesi eğitimci Hamdi Aksoy'un görüşleri.3- C.R. Johnson, "constantinople today... New York, 1922.
....................................................................



ENVER PAŞA'NIN GİZLİ MEKTUBUNDA "AMERİKA İLE SAVAŞIYORUZ" SÖZLERİ



-Osmanlı Arşivinde bulunan Filistin belgeleri tasnif edildi ve araştırmacılara da açıldı.
     -Osmanlı ordusunun 3. Gazze savaşında aldığı ağır yenilginin perde arkasında gelişen olaylar da aydınlanmaya başladı.
    -ABD Başkanı Wilson, Siyonist örgütlerin istekleri doğrultusunda Osmanlı’nın Filistin topraklarında İsrail Devleti’nin kurulması projesini diplomatik alanda uygulamaya koydu.
     -Enver Paşa, kendisine ulaşan istihbarat raporlarına bakarak ABD’nin Osmanlı’ya savaş açtığını açıkladı.

                                          
                                              Enver Paşa Kudüs'te mescidi Aksa'da 
    AMERİKA İLE FİLİSTİN’DE SAVAŞIYORUZ

 Türkiye’nin Filistin topraklarını terk ettiği 1917 tarihinden sonra geçen 93 yıl sonra Filistin sorununa sahip çıkmasının gerekçelerini açıklayan ve Osmanlı Devleti ile ABD’nin savaş içinde olduğu görüşlerini yansıtan tarihi arka planını aydınlatan Enver Paşa’nın “KIZIL HİLAL DAMGALI” gizli belgesi Osmanlı Arşivinde bulundu.  Osmanlı Arşivinde bulunan Enver Paşa’nın gizli mektupları ve ABD’li Kudüs Kolonisi’nin çektiği savaş fotoğraflarının ayrıntıları ile ilgili fotoğraf ve belgeler ABD Kongre Kütüphanesinde bulunuyor.  Enver Paşa,  Amerika’nın desteği ile İngiltere ve Osmanlı orduları arasında gerçekleşen 3. Gazze savaşı’nın sona erdiği 8 Ekim 1917 tarihinde “Amerika ile savaşıyoruz” mesajının verildiği gizli istihbarat raporunu Dışişleri Bakanlığı’na bildirdi.  Osmanlı Arşivinde  Başkumandanlık, şube-2/47420. numara 8280’de kayıtlı bulunan ve üzerinde çok gizli olduğunu yansıtan  Kızıl  hilal damgalı mektup da yazılanlar:

    “Dışişleri Bakanlığına,
     Filistin’de  Yahudi Hükümeti Kurulmasına Dair,
     
     Devletli Efendim Hazretleri,
     Amerika Birleşik Devletleri Reisi Wilson’un 17-9-1917 tarihli İsviçre gazetelerine gönderilen telgrafların içinde yazılı olanlara bakılırsa  işbaşındaki Rusya Hükümeti’ne hususi bir mektup yazıp Filistin’de bir Yahudi hükümeti tesisi kararlaştırılmış olup  amaçların gerçekleşmesi için  çalışılacağı Rusya’nın dahi yardımda bulunması istendiği Bern Ateşe militerliğinden bildirilmiştir.  
     Bu konuda bilgi sahibi olunması.  8 Kasım 1917.
     Osmanlı Ordular Başkumandan Vekili ENVER

Enver Paşa’nın kızıl hilal damgalı gizli mektubunda yazılanları doğrulayan ve Osmanlı ile ABD’nin Filistin’de İsrail Devleti ile savaş halinde olduğunu açıklayan ayrıntılı rapor Viyana Büyükelçisi Hüseyin Hilmi Paşa tarafından 14 Kasım 1917 tarihinde “Mahremdir(Gizlidir)” başlığı altında Osmanlı Dışişleri Bakanlığına bildirildi. Bahsi geçen raporda  Enver Paşa’nın görüşlerini doğrulayan şu görüşlere yer verildi:

     “Filistin’in  bağımsız bir hükümet şekline dönüştürülerek idaresinin Musevilere verilmesi Amerika Reisicumhuru tarafından Siyonistlere söz verilmiştir. İngiltere Hükümetinin bu sözlere katıldığı Viyana’da gizlice toplanan Siyonist komitesinin Ameri ve İngiltere Siyonistlerinden gelen raporlardan öğrenildi.
     İngiltere Dışişleri Bakanı Balfur tarafından (Siyonizm Destekcisi) Lord Rotschild’e gönderilip hemen her memleketin basınına verilen 7 Kasım 1917 tarihli mektubun içinde yazılı olanlar adı geçen topraklarda (Filistin’de)  bir İsrail Hükümetinin kurulması İngiltere’nin kesin kararıdır.                                 17 Kasım 1917,  Viyana Büyükelçisi                                                                                         Hüseyin Hilmi”
    
          Osmanlı’ya bağlı Filistin topraklarında Amerika’nın lojistik destekleri ile gerçekleşen III. Gazze savaşı sonrasında  İngiliz ordusu 9 Aralık 1917 tarihinde Kudüs’e girdi.  Ve sadece III. Gazze Savaşında Osmanlı ordusu 25 bin civarında asker kaybetti. Sayıları 50 bine ulaşan Osmanlı askerlerinin Filistin’in muhtelif yerlerindeki toplu mezarlarının fotoğraflarını çekme ve Arşivleme görevi Kudüs’teki Amerikan Kolonisi gerçekleştirdi.  Ve çekilen fotoğraflar ABD’nin Kongre Kütüphanesi Filistin tarihi fotoğraflar bölümünde dosyalandı.
..........................................................................................



                                               Enver Paşa'nın mektubu